Dil ve Konuşma Bozukluğu Destek Eğitim Programı

Artikülasyon bozukluğu bir konuşma bozukluğudur, konuşmada yer alan organların şekillendirilememesinden kaynaklanmaktadır. Bu bozukluk türünde, çocuk belirli fonemleri söyleyememektedir. Atlama, bozulma, yerine koyma, ekleme ve/veya konuşma seslerinin yanlış sıralanışı karakterize artikülasyon hatasıdır, genellikle tutarlı olmaktadır. Okul öncesi dönemde çocukların %10-15’inde, okul çağındaki çocukların ise %6’sında görülmektedir.

Bilişsel veya dil-temelli ses üretim hataları fonolojik bozukluğu olarak adlandırılır. Fonolojik bozukluklar bir dil bozukluğudur. Çocuk fonemi düzgün üretebilir fakat gerekli içerikte uygun olarak kullanmaz. Fonolojik süreçler, doğal gelişim süreci yaklaşık 4-5 yaşlarında tamamlanır ve bu süreçte çocuklar pek çok hata yaparak yetişkin dil düzeyine erişirler. Fonolojik bozukluğu olan çocukların %80’inde dil bozukluğu da vardır. Fonolojik (fonemik) hatalar ise üst düzey bilişsel-linguistik bozuklukları yansıtmaktadır. Çocuk konuşma seslerini organize etmekte güçlük çekmektedirler.

Gecikmiş konuşma, çocukluk döneminde karşılaşılan sık problemlerden biri olup, dil/konuşma gelişimi normalden geri olan çocukları tanımlamaktadır. Çocuğun beklenen yaşta ve şekilde konuşma-dil becerilerinde sınırlılık olarak da tanımlanabilmektedir. Gecikmiş konuşmanın, sadece çocuğun yaşına uygun dil/konuşma becerilerini yerine getirmede problem olarak algılanmaması gerekir. Gecikmiş konuşma aynı zamanda mental retardasyon, işitme kaybı, otizm gibi önemli bir problemin belirtisi olabilir.

Gecikmiş konuşması olan çocuklarda BEKLEYELİM ve GÖRELİM şeklinde yanlış bir yaklaşım uygulanabilmektedir. Bu yaklaşımda ailelere; “Ailesinde geç konuşan var mı? gibi sorular yöneltilebilir “Bekleyelim 4 yaşında konuşur”, “Okula başlayana kadar konuşur” gibi öneriler verilebilmektedir. Bu durum, gecikmiş konuşması olan çocuğun uygun tanı konması ve erken eğitim sürecinin gecikmesine neden olmaktadır. Bekleyelim ve görelim yaklaşımı çocukta erken dönemde tespit edilebilecek birçok engellin (işitme kaybı, otizm) geç tanılanmasına yol açabilir. Gecikmiş konuşmada erken teşhis ve terapiye zaman kaybetmeden başlanması önem taşımaktadır.

Dudak-Damak Yarığı, embriyolojik dönemde çeşitli nedenlerden dolayı bebeğin yüz bölgesindeki yapıların birleşme kusuru nedeniyle ortaya çıkan bir hastalıktır. Türkçede, halk arasında “tavşan dudaklılık” olarak bilinir. Oral yarık sıklığı yaklaşık 1/700, sadece yarık damak 1/1500 ve her iki vakanın bir arada bulunma sıklığı da 1/2500 olarak bildirilmiştir.

Dudak -Damak Yarıklığı; dudak, sert damak, yumuşak damak, diş, burun gibi yapıların birinin ya da birden fazlasının yapısal olarak bozuk olmasına ve bu sebeplerden dolayı konuşma bozukluğuna neden olmaktadır. Bu hastalarda konuşmayı tekrar kazandırmak için konuşma terapisi gerekmektedir.

Yaygın gelişimsel bozukluklar; erken çocukluk döneminde başlayan sosyal beceri, dil gelişimi ve davranış alanında uygun gelişmeme veya kaybın olduğu bir grup psikiyatrik bozukluktur.

Genel olarak bu bozukluklar gelişimin birçok alanını etkiler ve süreğen işlev bozukluklarına yol açarlar. Otizm yaşamın erken dönemlerinde başlayan ve yaşam boyu süren, sosyal ilişkiler, iletişim, davranış ve bilişsel gelişmede gecikme ve sapmayla belirli, nöropsikiyatrik bir bozukluk olarak kabul edilmektedir.

Otizm her sosyo-ekonomik düzey ve etnik kökenlerden gelen çocuklarda görülmektedir. Yapılan araştırmalar otizmin küçümsenmeyecek oranda yaygın olduğunu göstermektedir. Önceleri 2.500’de 1 olarak bildirilen değer, bugün 1.000’de 1 civarındadır. Hatta kimilerine göre en geniş tanımı kullanıldığında bu oran 500’de 1’dir. Erkek çocuklarında, kız çocuklarına oranla 3-5 kat daha fazla olduğu öne sürülmüştür.

Otizmde çocukların kullandıkları kelimeler çok sınırlıdır ve genellikle etraflarında sık duydukları sözleri kullanırlar. Bazen de konuşulanları papağan gibi (ekolali) tekrarlayabilirler. Sosyal ve duygusal açıdan kendilerini izole etmeyi tercih edebilen çocuklar, çoğunlukla insanları değil de objeleri ve cansız varlıkları tercih etmektedirler. Araştırmalar sonucunda, otistik tanısı konmuş çocukların yaklaşık yarısının yaşamları boyunca sessiz kaldığı gözlemlenmiştir. Bazı otizmli bebeklerde yaşamlarının ilk 6 ayında babıldamalar (ba-ba, ba sesleri) görülür fakat sonraki dönemde bu sesler kesilmektedir. Bu çocuklarda konuşma gelişse de, dilin fonksiyonel olarak kullanımı gelişmez, seslere karşı tepkisiz kaldıkları gözlenmiştir. Bazı otizmli çocuklar, 0–2 yaş döneminde tamamen sessiz kalır.

Bazıları ise yaşıtları gibi birkaç sözcük öğrenebilirler. Otizmin 2 ana semptomu konuşma, dil ve iletişim problemidir.

Kekemelik konuşmanın akışında, ritminde, vurgularında ses birimlerinin çıkarılmasında ve anlaşılmasında bir bozukluğun olması durumudur.

Kekeme bireylerde; korku, sınanma ve eleştirilme kaygılarıyla kekemelik davranışı tetiklenmektedir. Tekrarlanan başarısızlıklar kekeme bireylerde sürekli gerginlik ve kaygı durumunun sıkça görülmesine sebep olmaktadır. Özgüven eksikliği, anti-sosyallik, içine kapanıklık, çekingenlik ve gerginlik sıkça gözlenmektedir.

Kekemeliğin nedenlerinin çok azının bilinmesi tedavisini güçleştirse de, konuyla ilgili çeşitli müdahale yöntemleri önerilmektedir. Sistematik Konuşma Terapileri, Psikoterapi, Aile Terapisi ve Danışmanlığı, Psikososyal Grup Terapileri gibi kekemeliğin direkt olarak elimine edilmesi ya da önce kabul edilip sonra elimine edilmesini amaçlayan terapi teknikleri de kullanılmaktadır.

Ses sorunları sesin kalitesinde, derecesinde, gürlüğünde ve rezonansında anormallik olarak tanımlanabilir. En sık ses bozukluğu belirtisi ses kısıklığıdır. Sık sık, uzun ve(ya) kısa süreli yaşanan ses kısıklıklarının sebebi mutlaka araştırılmalıdır. Çocuklardaki ses sorunlarının değerlendirme ve tedavisindeki yaklaşım erişkinlerinkinden birçok noktada farklılık gösterir. Çocuklardaki ses bozuklukları genellikle konuşma, dil ve gelişimsel gecikmelerle birlikte rastlantısal olarak ortaya çıkabilir. Bu sebeple daha kapsamlı ve uzman kişiler tarafından yapılan bir değerlendirme terapinin ilk basamağıdır. Birçok disiplin (otolaringoloji-baş ve boyun cerrahisi, konuşma-dil patoloğu, psikoloji, nöroloji, gastroenteroloji ve endokrinoloji) bu değerlendirmede yer alabileceği gibi otolaringolojist tarafından tam bir muayene yapılmış olmalıdır.

Ebeveynler, aile üyeleri ve diğer çocuk bakıcıları anamnezin oluşturulmasında ve terapide yer almalıdırlar.

Ses terapisi, ses üretim fizyolojisinin doğru temellerinin oluşturulmasına, solunum kontrolünün ve dengeli kullanımının sağlanmasına, ses üretimi ve ses tellerinin sağlığı için gerekli ses kalitesinin belirlenmesine yönelik egzersizleri içeren bir programdır. Öncelikle sesin bozulmasına sebep olan etkenler, alışkanlıklar belirlenmeli ve ortadan kaldırılıp, düzenlenmelidir. Hastalığa ve semptomlarına göre uygulanan terapi teknikleri değişmektedir.

Beceri gerektiren hareketlerinin yapılamamasıdır. Apraksi primer motor korteksle ilişkilendirilmeyen, kortikal düzeyde motor sistem yetersizliğini düşündüren bir problemdir. Sözel aprakside en belirgin özellik, hastaların sözcükleri oluşturan sesleri ve heceleri doğru dizine koyarak sesletebilme zorluğudur. Tutarsız sesletim hataları yaparlar. Uzun ve karmaşık sözcükler, kısa ve basit sözcüklere göre daha çok etkilenir.

Yutma güçlüğü (disfaji), alınan gıdanın ağızdan mideye transferinin mekanik olarak engellenmesi, yutma hareketini sağlayan kasların gücünün azalması veya koordinasyonunun bozulması sonucu oluşan bir semptomdur.

Bazen kişi, ağızdan hiçbir madde olmadan da kuru olarak, fizyolojik yutkunmalar yapmak istediğinde de aynı zorluğu hissedebilir.

Nasıl Yutarız?
Embriyolojik hayatın dördüncü ayından itibaren fetüs amniyotik sıvıyı yutmaya başlar. Yeni doğan bebekte gıda alımı ise emme ile gerçekleşir. Bebek gelişimini tamamlayınca emme-yutma refleksi gelişmiş olur. Yutma refleksi ile solunum inhibe olur. Böylece yutma refleksi hiçbir zorluğa uğramadan devam eder.
Yutma ağızdan başlayıp midede sona eren bir fonksiyondur ve dört fazı vardır:
1. Yiyecek ve içecekler çiğnenerek yutmaya hazır hale getirilir.

2. Dil, yiyecek ve içecekleri ağızdan arka bölüme iterek yutma yanıtını başlatır. (ağız fazı)

3. Yiyecek ve içecekler hızlıca yutaktan yemek borusuna geçer. (yutak fazı)

4. Yiyecek ve içecekler yemek borusundan mideye geçer. (yemek borusu fazı)

Birinci ve ikinci fazlar sistemli kontrol altında oluşurken, üçüncü ve dördüncü fazlar kendiliğinden (refleksif olarak) oluşur.
Yutma Güçlüğünün Sebepleri Nelerdir?
Yutma güçlüğü yutma mekanizmasındaki problemden kaynaklanabileceği gibi, kafa yaralanmaları, dejeneretif hastalıklar, otoimmün bozukluklar, gastrointestinal bozukluklar, travma/ameliyat sonucu meydana gelen organ kayıpları sonrasında da oluşabilir.

Çocuklarda görülen yutma güçlüklerinin en sık karşılaşılan sebepleri ise; mental reterdasyon, kas hastalıkları, diş eksiklikleri, dil kasları ve dil sinirlerindeki bozukluklar, dilin ağza göre büyük olması, gastroözefegeal reflü, özefagus şekil bozukluğu, konjenital ve(ya) edinsel fistüller olarak saymak mümkündür.
Yutma Güçlüğünün Semptomları
• Ağızda tükürüş artışı

• Uzamış veya belirgin yutma güçlüğüne bağlı yetersiz beslenme ve kilo kaybı

• Yutma sırasında kolayca geçmeyen yiyecek parçalarının, sıvıların ve tükürüğün akciğerlere aspire edilmesine bağlı olarak gelişen öksürük ve boğulma hissi

• Yiyecek ve içeceklerin boğaza takılma hissi

• Boğaz ve göğüste rahatsızlık hissi
Tedavi
Tedavi süreci, yutma güçlüğünün sebebine göre değişebilir. Medikal ya da cerrahi müdahale gereken durumlar dışında, motor bir fonksiyon bozukluğuna bağlı ortaya çıkan bir yutma güçlüğünde uygun şekilde yapılan uyarımlar, pozisyonlamalar ve gerekli kasların aktif çalıştırılmasıyla semptomun azalmasına katkı sağlanabilmektedir. Ayrıca beslenme alışkanlığının düzenlenmesi de tedavi sürecinin kritik bir basamağıdır. Basit önerilen beslenme sorununun ortadan kaldırabildiği durumlar dışında uzmandan yardım alınması gereken durumlar da olabilir.

Tedavi sürecinde yutmayı geliştirmede yardımcı olacak bir diğer çalışma da çiğneme alıştırmalarıdır. Çiğneme aktivitesi ile hem ilgili kaslar uyarılmış hem de motor hareketleri desteklenmiş olur. Ayrıca çiğnemeden sonra refleksif olarak gelişen yutma fazına geçiş de böylece kolaylaştırılmış olur.


0505 645 6197